28 Şubat 2012 Salı

ISPARTA'DAKİ MAĞARALAR

İnönü Mağaraları, Eğirdir, Isparta

 İnönü Mağaraları, Eğirdir, Isparta
Isparta Eğirdir ilçesi Sarıidris Köyü’nün 1,5 km. güneyinde, İnönü Tepesi’nin kuzey yamacında bulunan İnönü Mağarası 227 m. uzunluğunda yatay ve kuru bir mağaradır. Yağışlı havalarda mağara içerisinde küçük göletler oluşmaktadır. İçerideki ısı 16 C., hava nemi ise % 82’dir. Mağara içerisinde yer yer damlataş oluşumları ile karşılaşılmıştır.

Ayıini Mağarası, Yalvaç, Isparta

Ayıini Mağarası, Yalvaç, Isparta
Isparta Yalvaç ilçesinin 15 k. Kuzeydoğusunda, Sultan Dağları’nın güney yamacında, Nazillidere Mevkiinde bulunan Ayıini Mağarası 407 m. uzunluğunda yatay ve kuru bir mağaradır. Soğuk ve yarı nemli bir havaya sahip olan mağara içerisinde sarkıt ve dikitler ile sarnıçlar bulunmaktadır. Mağara iki kattan oluşmuş, çatlaklı bir yapısı olan fosil niteliklidir.

Sorgun Mağarası, Aksu, Isparta

Isparta Aksu ilçesinde, Sorgun Yaylasında, Anamas Dağları’nın güney eteklerinde bulunan Sorgun Mağarası ilçeye 8 km. uzaklıktadır. Mağara Anamas Dağları’nı oluşturan II.Zamana aittir. Kuzeydoğu-güneydoğu fay hattı üzerinde bulunan mağarada oldukça büyük bir çatlak oluşmuştur.

Mağara 302 m. uzunluğunda olup, içerisinde bir yer altı deresi bulunmaktadır. İki girişi olan mağaranın birinci girişi oldukça dardır. İkinci giriş birinci girişin 10 m. uzağındadır. Zemininde sürekli su bulunan mağara 15 m. yüksekliğinde ve 3-5 m. genişliğinde doğu yönüne doğru kavis yaparak devam etmektedir. Zaman zaman daralıp genişleyen mağaranın iç kesimlerinde derinliği 1-1,5 m.ye ulaşan su birikintileri bulunmaktadır. Ayrıca içerisi sarkıt, dikit ve sütunlarla kaplıdır.

Mağara turizmi yönünden Sorgun Mağarası üzerinde durulması gereken bir mağaradır.

ISPARTA'DAKİ KALELER

Anabura Kalesi, Şarkikaraağaç, Isparta

Isparta'nın Şarkikaraağaç İlçesi Salur Köyü Enevre mevkiinde, Kızılkale Dağı üzerindeki kalenin, Roma döneminde yapılmış olduğu tahmin edilmektedir. Kale tamamiyle tahrip olmuş olup, günümüze pek az kalıntısı gelebilmiştir.

Günümüze gelebilen temelleri kaba yontma taştan ve moloz taştandır.

Ördekçi Kalesi, Şarkikaraağaç, Isparta

Isparta'nın Şarkikaraağaç ilçesi Ördekçi Köyü yakınındaki Sivri Dağ’da bulunan yayladaki Ördekçi Kalesinin kitabesi günümüze gelememiş olup, kaynaklarda da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Ördekçi Kalesinden günümüze çok az temel kalıntısı dışında hiçbir iz gelememiştir.

Zengibar Kalesi, Şarkikaraağaç, Isparta

Isparta Şarkikaraağaç ilçesi, Zengibar (Muratbağı) Köyü’nün doğusundaki dağın tepesinde yer alan Zengibar Kalesi’nin kitabesi günümüze gelememiştir. Kaynaklarda da herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Bu nedenle kalenin ne zaman yaptırıldığı bilinmemektedir.

Zengibar Kalesi yıkılmış ve günümüze dağın zirvesine doğru uzanan sur duvarlarının yalnızca temel taşları gelebilmiştir. Bu taşlar oldukça büyük ölçüde kesme taşlardır.

Sığırlık II Kalesi, Sütçüler, Isparta

 Sığırlık II Kalesi, Sütçüler, Isparta
Sığırlık ve Çandır köyü arasında yolun kuzeyinde bir tepe üzerindedir. İyi korunmuş kalenin doğu duvarlarında üç yuvarlak pencere vardır. Erken Bizans Döneminde yapılmış olması muhtemeldir.

Kale, moloz taş ve yer yer de kesme taştan yapılmıştır

Sığırlık I Kalesi, Sütçüler, Isparta

 Sığırlık I Kalesi, Sütçüler, Isparta
Isparta Sütçüler ilçesi Asar Mahallesi’nde ve Sığırlık ile Çandır Köyü arasındaki tepelerde iki ayrı kale bulunmaktadır Bu kalelerin ne zaman yapıldıkları konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır Bununla beraber, yapı elemanlarından bu kalelerin Erken Bizans döneminde yapıldıkları tahmin edilmektedir.
Asar mahallesinde bulunan kale tepenin kuzey yamacına kurulmuştur. Sur duvarları sağlam ve köşelerde birer kule vardır. Sur duvarları günümüze oldukça iyi bir durumda gelebilmiştir Bu surların köşelerine birer de kule eklenmiştir
Kale, moloz taş ve yer yer de kesme taştan yapılmıştır.

ISPARTA'DAKİ HANLAR

Hanlar ve kervansaraylar, bilhassa Selçuklu devrinin eserleri olup, anıt değeri taşıyan tarihi yapılardır. Hanlar ve kervansaraylar askerî ve sivil özelliklidirler. Askerî sevkiyatlarda ve ticaret kervanlarının konaklamasında bilhassa güvenlik görevini de yerine getirmeleri bakımından Selçuklu Döneminde önemli bir görev ifa etmişlerdir.
Isparta il sınırları içinde bulunan kervansarayların tamamı Konya-Antalya yolu üzerinde yer almaktadır.
Bu gün Isparta’da eski hanlardan hiçbiri ayakta kalmamıştır.
Eskilerden bilinenler ise şunlardır: 
Kerimpaşa Hanı, Antalyalıoğlu Hanı, Hatipoğlu Hanı, Alaybeyoğlu Hanı, Pamuk Hanı, Vakıfhan, Kereste Hanı, Nalbant Hanı.

23 Şubat 2012 Perşembe

ISPARTA'DAKİ ANTİK YERLER

ISPARTA'DAKİ KİLİSELER

St. Paul Kilisesi, Yalvaç, Isparta

 St. Paul Kilisesi, Yalvaç, Isparta
Isparta Yalvaç ilçesi Psidia Antiokheia antik kentinde bulunan St.Paul Kilisesi Hıristiyanlığın başlangıcında yapılmıştır. Kentin ilk ve en büyük kilisesi olup, şehir surlarına bitişik Roma dönemi hamamının güneyinde, ona yaklaşık 200 m. uzaklıktadır.

Kilise bazilika planında, 70.00x26.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Doğu yönündeki apsidi yarım daire şeklinde olup, dışarıya taşkındır. İç mekan on üç sütunla üç nefe ayrılmıştır. Bunlardan orta nef daha geniş, iki yandaki nefler de daha küçüktür. Orta nef 43.10x11.90 m. ölçüsünde; yan nefler ise 43.00x4.93 m. ölçüsündedir. Kilisenin batısında enine dikdörtgen biçimde uzanan ve önünde altı sütunun bulunduğu bir narteks yer almaktadır. Bu narteksin uzunluğu 8.90, eni ise 21.00x76.00 m. dir.

Küçük Kilise, Yalvaç, Isparta

Isparta Yalvaç ilçesi Psidia Antiokheia antik kentinin merkezinde, sütunlu caddenin 35 m. batısında bulunan Küçük Kilise Latin haçı şeklinde bir plana sahiptir. Bu kilisenin ismi ve ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgiye rastlanmamakla beraber, burada yapılan kazılarda ele geçen bir mühürde Neon, Nikon ve Heliodoros isimli üç Martyri’nin isminin yazılı olduğu görülmüştür. Ayrıca Antiokheia (Yalvaç)’da görev yapan ilk papazın Basus olduğu da mühürün diğer yüzünde yazılıdır.

Mimari yönden ve plan olarak bu kilisenin V.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Saddam Havuzuna Saat Başı Test Yaptırıyordu

Devrik Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin de zehirli suikastlere karşı son derece dikkatliydi. Havuzunu saat başı test ettirirdi. Saddam'ın yemekleri de nükleer fizikçiler ve kimyagerler tarafından analize tabi tutulurdu.

Öte yandan CIA ve MOSSAD kilit durumdaki liderlerin sağlığını yakından takip ediyor. MOSSAD, Ürdün Kralı Hüseyin'in Amman'daki cenaze töreninde Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad'ın idrarını ele geçirerek analiz ettirmiş. Analizde Esad'ın hangi ilaçları kullandığı, ne kadar ömrü kaldığı bile tespit edilmiş.
           ZEHİRLİ SUİKASTLER ANA SAYFA            

Yuşçenko'yu Zehirleyen Dioksin Vietnam'da da Kullanılmış

Ukrayna'nın Batı yanlısı lideri Viktor Yuşçenko'yu zehirlediği belirlenen Dioksin, ABD'nin Vietnam savaşında da kullanılmış. Zehirlenme olayının kesinleşmesinin ardından Yuşçenko'nun tedavisini yapan doktor istifa etmişti. Zehirli dioksin içeren turuncu zehir, Vietnam Savaşı'nda binlerce köylünün ölümüne ve sakat kalmasına yol açmış.

           ZEHİRLİ SUİKASTLER ANA SAYFA            

Tokalaşırken zehirlenmekten korktu

Zehirli suikastler sinsice hazırlandıkları için devlet başkanlarının, başbakanların, kralların tedirginlik duyduğu bir husus. Bu nedenle devlet adamları en üst derecede güvenlik önlemlerine başvuruyor. Bush'un Türkiye ziyaretinde, İstanbul'da Galatasaray Üniversitesi'nde yaptığı konuşmaya katılan konukların ellerini kontrol ettirmesi de zehir korkusundanmış. Bush'un korumalarının, aralarında bakanların da bulunduğu konukların avuçlarını kontrol etmeleri tepkiyle karşılanmış ve Meclis'te tartışmalara neden olmuştu. Ama avuçiçi taramasının sebebi vardı. İddialara göre 1990'da Pentagon'un üst düzey bir yetkilisi tokalaşma sırasında yüzük içine ustalıkla monte edilmiş zehirli iğneyle öldürülmüş. 1992'de İsrailli üst düzey bir yetkili de benzer bir suikasta kurban gitmiş.
           ZEHİRLİ SUİKASTLER ANA SAYFA            

Osmanlı Tabaklarının Sırrı

Osmanlı sarayında kullanılan ve bugün Topkapı Müzesi'nde sergilenen birbirinden değerli porselen tabakların ilginç bir de işlevi varmış. Yemekte zehir varsa, tabakların rengi değişirmiş...

Antikçağ'dan bugüne kadar, zehirle işlenen cinayetlerin haddi hesabı yok. Zehir, doğada, başta mantarlar olmak üzere bitkilerden ve bazı hayvanlardan kolayca elde edilebiliyor. Hatta bu işle uğraşanlar zamanla bu uğraşı meslekleri haline getiriyor. Diğer taraftan zehir ve panzehir araştırmaları bugüne kadar tıp biliminin gelişmesine önemli katkı sağladı. 8. Yüzyılda Arap simyacı Cabir Bin Hayyan, arseniği kaynatarak beyaz, kokusuz ve tatsız arsenik tozu elde ediyordu. Arsenik, zehirlerin en tehlikelisi ve sinsisidir. Belirtileri kolera gibi hastalıklarla benzeştiği için teşhis edilmesi güçtür. Bu yüzden 18. Yüzyılın sonlarına kadar hekimler arsenik zehirlenmelerini teşhis edememişler. Öte yandan zehirlerin etkilerini ve sonuçlarını ölçebilmek için antik çağlardan itibaren mahkumlar üzerinde deneyler yapılmış.

Putin'in Kalacağı Köşk Zehir Testinden Geçirildi

Bu arada zehirli suikastlerin piri olan Rusya, Devlet Başkanı Vilademir Putin'in, (eski KGB Başkanı) Türkiye ziyaretinde bu konuyla ilgili olarak sıkı güvenlik tedbirleri aldı. Rus gizli servis ajanları ziyaretten bir hafta önce Putin çiftinin kalacağı Camlı Köşk'te araştırma yaptı. Ajanlar banyo ve lavabolardan akan sudan numune alarak zehir katılıp katılmadığını test etti.
           ZEHİRLİ SUİKASTLER ANA SAYFA            

20 Şubat 2012 Pazartesi

Clinton'a Zehirli Kaktüs

ABD Başkanı Bill Clinton, ucuna AIDS virüsü ve çeşitli öldürücü zehirler bulaştırılmış kaktüs dikenleriyle öldürülmek istenmiş. 1998'de olayla ilgili olarak üç kişi tutuklanmış. Teksas'lı ayrılıkçı sanıklar, silaha dönüştürülmüş bir çakmak ile, ucuna AIDS, şarbon ve kuduz gibi ölümcül mikroplar sürülmüş kaktüs dikenlerini ABD Başkanı Bill Clinton, Adalet Bakanı Janet Reno, FBI Şefi Louis Freeh ve diğer federal yetkililere fırlatıp, suikast düzenleme planları yapmışlar. Geçtiğimiz yıllarda da vergi yasalarına karşı çıkan bir diğer Amerikalı grubun, yöneticilere zehirle saldırmak için planlar yaptıkları ve yakalandıkları açıklanmıştı.

Castro'nun Geni CIA'daymış

CIA, Küba lideri Fidel Castro'nun gen haritasına sahip. Bir kaç yıl önce CIA Başkanı George Tenet, Castro için "genleri çok sağlıklı daha uzun yıllar yaşayacak" açıklamasında bulunmuştu. Gizli servisler önemli kişiler hakkında topladıkları tıbbi bilgiler ışığında, bu kişilerin hangi ilaçlardan etkileneceklerini belirliyorlar. Dikkat çekmeyecek zehirlemelerin başını ise, istihbarat dilinde doğal ölümmüş gibi görünen suikast türü "measles" (kızamık) çekiyor. Bu arada CIA, Küba'nın karizmatik ve Amerikan karşıtı lideri Castro'yu, 22 Kasım 1963'te özel tüfekle atılacak zehirli iğneyle öldürme planını son anda durdurmuş. Çünkü tam bu sırada, ABD Başkanı John Kennedy bir suikaste kurban gitmiş.

Adli Tıp: Ölüm Nedeni Bilinmiyor!

Lee ile ilgili bir diğer söylenti de şöyle: ''Game of Death'' filmiyle ilgili hazırlıklar sırasında rahatsızlanan Lee bir aspirin aldı ve uyudu. Lee'den haber alamayan dostları onu bulduklarında çoktan ölmüştü. Ölümünün beyin tümöründen olduğu söylendi. Ancak adli tıp raporunda, Bruce Lee hakkında ''ölüm nedeni bilinmiyor'' ibaresi yer aldı. Lee, Amerika'nın Seattle eyaletinde Lake View mezarlığına gömüldü.

Bruce Lee'ye Ne Oldu?

Dünyanın en hızlı ve en usta dövüşçüsü olan, aynı zamanda 'Kung - Fu ve Karate' sporunu 'Do - Jo 'sanatına dönüştüren Bruce Lee 20 Temmuz 1973'de öldü. Lee'nin ölümünde de bir cinayet kuşkusu duyuldu. Kimine göre Çin mafyası tarafından son filmini çekerken silahla vuruldu. Fakat bu gizlendi. Kimine göre de zehirlendiği söylenen Bruce Lee'nin ölüm nedeni halen kesinliğe kavuşmadı.

Adli Tıp: Ölüm Nedeni Bilinmiyor!

Diktatör Pol Pot Zehirlendi mi?

Kamboçya'nın 'ölüm tarlaları' rejiminin diktatörü Pol Pot'un ölümünün de zehirlenme sonucu olduğu tartışıldı. Tayland'lı istihbaratçılar cesette yapılan incelemelerin Pol Pot'un zehirlenerek öldüğünü ortaya çıkardığını açıkladılar. Tayland polisine göre ise, zehir Pol Pot'a kendi rızasıyla verilmiş. Resmi açıklama ise Pol Pot'un doğal nedenlerle öldüğü şeklinde. Kamboçya'da 1975 1979 yılları arasında 2 milyona yakın insanın ölümünden sorumlu tutulan Pol Pot'un yargılanması için girişimler başlatılmıştı. Diktatörü elinde rehin tutan eski dava arkadaşı Ta Mok ise Pol Pot'u teslim etmek üzere Kamboçya ile pazarlık içindeydi.

"Polisler Göz Göre Göre Kurtuldu"

Ecevit olayı şu şekilde anlatır gazetecilere: "Arkadaşımız Mehmet İsvan'ı yaralayan silah, anlaşıldı ki balistikte çalışan uzmanların da görmediği, varlığından haberdar olmadığı son derece tehlikeli bir füze. O füzenin parçalarını çıkarttı doktorlar. Bazı emniyet görevlileri ısrarla o parçaları doktorlardan almak istemişler. Ama doktorlar vermemiş. Evvela Türk polisinin elinde ve Türkiye'de böyle bir silah bulunmadığı iddia edildi. Sonra bu silahtan bulunduğu fakat bunun gizli olduğu, çok tehlikeli olduğu ortaya çıktı. Fakat yıllardır üstünde durduğumuz, izini sürmeye çalıştığımız halde 'kim o silahı vermiştir, nasıl vermiştir, bu kadar gizli bir silah, nasıl bir koruma görevlisine verilebilir', bütün bunlar ortaya çıkmadı ve bir noktadan sonra izler kayboldu. O polis de göz göre göre kurtuldu. Bu olay bende Özel Harp Dairesi çağrışımı yaptı."

Ecevit'e Zehirli Suikast Girişimi

Bülent Ecevit de 1977 seçimlerinden hemen önce 29 Mayıs günü, İzmir Çiğli Havaalanı çıkışında bir polis tarafından zehirli kurşun atan ilginç bir silahla öldürülmek istenmiş. Olayda dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan'ın kardeşi Mehmet İsvan baldırından yaralanmış. Olayda ABD yapımı "Tengas" marka bir silah kullanılmış. İsvan'ın ayağından çıkarılan mermi parçalarının zehir taşıdığı sonradan anlaşılmış. İddialara göre silah, ilk kez bir insan üzerinde deneniyordu. Silahı üreten firma İsvan'ın bacağındaki yaranın seyrini uzun yıllar izlemiş, hatta masraflarını karşılayarak İsviçre'de tedavi bile ettirmiş. Ecevit, ise silahın Rahşan Ecevit'e yöneldiğini savunur. Resmi açıklama ise polisin silahının yanlışlıkla ateş almasıydı. Olayın arkaplanı Ecevit'in Başbakanlığı döneminde de aydınlatılamaz.

"Polisler Göz Göre Göre Kurtuldu"

Şerif Hüseyin'in Büyük Oğlu Kral Faysal'a Petrol Zehirlemesi

İngilizler'in Irak Kralı yaptığı Şerif Hüseyin'in büyük oğlu Faysal'ın da, 1933'te esrarlı bir şekilde zehirlenerek öldürüldüğüne inanılıyor. "The Irak Petroleum Company"nin davetlisi olarak Cenevre'ye giden Faysal 7 Eylül 1933 günü ikâmet ettiği otel odasında ölü bulundu. Irak petrolleriyle ilgili olarak İngiltere'de görüşmeler yaptıktan sonra İsviçre'ye giden ilk Irak Kralı'nın zehirlendiği söylenir. Kendisi de meçhul bir akıbete uğrayan Yazar Raif Karadağ, "Petrol Fırtınası" adlı ünlü eserinde, Kral'ın ölümüne bir bölüm ayırmıştır.

Ürdün Kralı Hüseyin'e Verilen Zehirler

Ürdün Kralı Hüseyin
Zehirli suikastlere maruz kalan pek çok devlet başkanı ölümün eşiğinden döndü. Ürdün Kralı Hüseyin, defalarca suikast girişimini kılpayı atlatmış. DSP eski lideri Bülent Ecevit de 1977'de zehirli kurşun atan ilginç bir silahla öldürülmek istenmiş.

1999 yılında vefat eden Ürdün Kralı Hüseyin defalarca suikast girişimleriyle karşılaşmış. Bu girişimler arasında zehirli suikastler ise önemli yer tutmuş. 1960'da sünizit olan Kral Hüseyin'e özel doktoru tarafından verilen burun damlasından birkaç damla lavaboya düşmüş. Birden lavabonun rengi değişmiş ve bir delik açılmış. Burun damlası yerine şişenin içinde sülfirik asit olduğu ortaya çıkmış. Burun damlasının yanısıra Kral Hüseyin'in yemeğine ahçısı tarafından zehir konulmuş, ancak bu girişim de başarısız kalmış. Bu suikastler yüzünden Kral, yemek yemeden önce güvenlik önlemi olarak birkaç parça yemeği kedilerine yedirmeye başlamış. Bu tedbir işe yaramış. Kedilerden biri ölünce yemeğe zehir katıldığı ortaya çıkmış. Zehirli suikast girişimleri bunlarla da sınırlı kalmamış. Kral'ın diş macununa bile zehir katılmış.

Rus Milletvekili Yuri Çekoçihin'in İlginç Zehirlenmesi

Rusya'da yakın dönemdeki en dikkat çekici zehirleme, "Novaya Gazeta'' gazetesinin yazı işleri müdür yardımcısı, yazar ve milletvekili Yuri Çekoçihin'in ölümüdür. 53 yaşındaki liberal reformucu Çekoçihin, Eylül 2003'ün ilk haftasında Moskova'nın 300 km doğusundaki Ryazan kentinde arkadaşlarıyla birlikte yaptığı kahvaltının ardından fenalaşmış ve acilen Moskova'ya dönmüş, birkaç gün sonra yürüyemez, sonraki günlerde ise konuşamaz hale gelmiş, sonra da ölmüş.

Zehirli Şemsiye KGB'nin İcadı

Sovyet döneminin efsanevi gizli servisi KGB'nin de bazı suikastlerde ucu zehirli şemsiye kullandığı bilinir. Eylül 1978'de BBC'de çalışan rejim muhalifi Bulgar gazeteci Georgi Markov, Londra'da, KGB tarafından ucu ricin zehiri dercedilmiş şemsiye ile öldürüldü. Bulgaristan'dan kaçarak İngiltere'ye yerleşen Markov sokakta yürürken, yanından geçen biri, elindeki şemsiyenin ucunu bacağına batırır. Markov, acıyla döndüğünde, KGB ajanı yanlışlıkla çarpmış gibi özür dileyerek yoluna devam eder. Hintyağı bitkisinden elde edilmiş ricinle zehirlenen Markov 3 gün ıstırapçektikten sonra can verir. Doktorlar Markov'un vücuduna 0,25 mg ricin zerkedildiğini açıklarlar.

MOSSAD, Meş'al Suikastinin Bedelini Şeyh Yasin'le Ödedi

Mossad tarafından ölüm listesine alınan Hamas'ın liderlerinden Halit Meşhal, Amman'da Kraliyet Sarayı'na yakın bir evde oturuyordu. Fransız, İtalyan ve Kanada pasaportlu Mossad ajanları, 1997'de Meşhal'i Amman'da üç çocuğuyla yolculuk yaparken takibe alır. Meşhal, Vasfi Al Talal Sokağındaki Hamas bürosunun önünde arabasından iner. Bu arada ajanlar zehirli spreyi Meşhal'ın sol kulağına sıkarlar. Meşhal acı içinde kıvranırken ajanlar kaçar. Ancak Kanada pasaportlu iki ajan Amman polisi tarafından yakalanır.

Ömer bin Hattab Zehirlenerek Şehid Edildi

Rus ordusunun korkulu rüyası Arap asıllı Çeçen komutan Ömer bin Hattab da, KGB'nın yerine ikame edilen Rus istihbarat servisi FSB tarafından zehirlenerek şehit edildi. Ömer bin Hattab, Rusya ile Çeçenistan arasında 1999 yılında çıkan 2. Rusya - Çeçenistan savaşı sonrasında Rusya'nın en çok aranılanlar listesinin başındaydı. Rus ajanları tarafından kendisine gönderilen bir mektubu açması Hattab'ın zehirlenerek şehadetine neden oldu. Allah rahmet eylesin...

Stalin İnfazı

20. yüzyılın en iyi fotoğrafçılarından biri olan Tina Modotti'nin 1942'de 46 yaşında iken zehirlenerek öldürüldüğüne inanılır. Meksika Komünist Partisi üyesi Modotti, 1930'da Başkan Pascaul Rubio'ya yönelik gerçekleştirilen suikast girişiminden sorumlu tutularak hapsedildi, sonra da Meksika'dan sürüldü. İspanya'daki iç savaş döneminde aktif rol aldı. 1939'da İspanya'dan kaçarak Meksika'ya geçti. Nazi-Sovyet saldırmazlık anlaşması Tina'nın Komünist Parti'ye olan inancını sarstı. Arkadaşlarıyla gittiği bir akşam yemeğinin dönüşünde geçirdiği kalp krizi sonucu öldü. Olay sonrasında Modotti'nin, Stalinizm'e muhalif olması nedeniyle zehirlenerek öldürüldüğü iddia edildi.

Stalin'e 'Warfarin' Tuzağı

Bir iddiaya göre; Stalin'in, politbüro üyeleriyle birlikte bir akşam yemeğinde zehirlendiği yönünde. Stalin, kanı incelten ve vücutta iç kanamalara neden olan tatsız ve kokusuz "warfarin" adlı kimyasal maddeden zehirlenerek öldüğü ileri sürülüyor. Warfarin, kanda inceltici olarak kullanılan ve inme riski taşıyan hastalarda aşırı dozda kullanıldığında tehlikeli kanamalara neden olarak öldürücü etki yapan bir madde. Warfarin bir zamanlar Amerika'da fare zehiri olarak geliştirilmiş.

Warfarin Zehiri'nin Hikayesi

Warfarin Zehiri'nin Hikayesi

Wisconsin Üniversitesi'nden Prof. Karl Paul Link, çürümüş şeker yoncası yedikten sonra kanama geçirerek ölen ineklerle ilgili bir araştırma sırasında kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir madde bulmuş. Ardından bu maddeden fare zehiri geliştirmiş. Bu maddeye, araştırmaya maddi destek veren Wisconsin Mezunları Araştırma Vakfı (Wisconsin Alumni Research Foundation-WARF)'dan yola çıkarak warfarin adı verilmiş. Vakıf 1948'de warfarinin patentini almış. Warfarinin kan inceltici olarak kullanılışı ise 1950'lerde gerçekleşiyor. Günümüzde kumadin adı altında satılıyor. İnme, kalp problemleri ve bazı ameliyatlardan sonra kan inceltici olarak veriliyor.

Stalin'i En Yakını Zehirlemiş

1953'te ölen Stalin'in de bir zamanlar Rusya'nın en korku salan KGB Başkanı Lavrenti Beria tarafından zehirlenerek öldürüldüğü öne sürüldü. İddia "Son Çar" adlı romanıyla uluslararası üne kavuşan Rus Yazar Edvarda Ratzinsky tarafından kaleme alınan "Stalin" adlı kitapta yer aldı. Bu arada Stalin'in ölümünden üç ay önce sağlığından sorumlu olan altısı yahudi dokuz doktor tutuklanmış. Doktorlar, Stalin'i zehirlemeye çalışmakla suçlanarak idama mahkum edilmişler. Stalin öldükten sonra hekimler aklanarak idamdan kurtulmuşlar.

KGB Ajanı Nicolay Skoblin'e Zehirli İkram

Nicolay Skoblin, yurt dışındaki rejim muhaliflerini bozguna uğratan bir ajan provokatördür. Stalin'in orduda temizlik yapmasına neden olmuştur. Komünist rejim karşıtı olduğu halde yaşadığı bir aşk macerasının ardından ÇEKA (eski KGB)'nın avucuna düşen çok şey bilen bu ajanın kimliği deşifre edilince KGB tarafından Rusya'ya kaçırılmak istenir. 1938'de Barselona'da Rus bandıralı bir gemiye binen Skoblin, hizmetlerinin karşılığını kendisine ikram edilen şaraba katılan bir zehirle öldürülerek öder. Gemi Rusya'ya varmadan cesedi çoktan tıp fakültesine bağışlanmıştır bile.

Neriman Nerimanov: Beni kurtarın

Kremlin Hastanesi doktorlarından Yulya İvanovna Litkin, Troçki kapısıyla Devrim Meydanı arasında, demir parmaklıklara yaslanmış, iki büklüm, öksüren bir adam görür. Litkin olayı şöyle anlatır: "Adamın yüzü garip bir anlatıma bürünmüştü. Yardım etmek için yaklaştığımda onun yoldaş Nerimanov olduğunu gördüm. 'Beni çabuk hastaneye yetiştirin. Ölüyorum, çabuk olun' diye haykırdı. Kendisini Kremlin Hastanesi'ne götürmemi istedi. Hastaneye ulaşamadan öldü." Nerimanov'un cesedine otopsi yapılmaz. Yemeğine zehiri Stalin'in adamı Gürcü asıllı Sergey Orhonikidze'nin koyduğu öne sürülür. Stalin döneminde Abhaz-Gürcü sorunu, Gürcü asıllı Stalin ve Beria tarafından Abhazlar aleyhine ele alınır. 1936'da Abhaz Başkanı Lakoba da, Tiflis'te Lavrenti Beria tarafından yemeğe davet edilir. Yemeğe zehir koyulmuştur. Moskova, Lakoba'nın ölümünü kaza olarak açıklar.

19 Şubat 2012 Pazar

ZEHİRLİ SUİKASTLER

Tarih boyunca peygamberler, hükümdarlar, devlet adamları, komutanlar farklı yöntemlerle zehirlendi. Günümüzde de iktidar çatışmaları ve güç savaşları nedeniyle zehirli suikastler sık sık devreye giriyor.

Antik çağdan itibaren en sinsi cinayet türü olan zehirle öldürme çoktan polisiye edebiyatın sınırlarını aştı. Geçtiğimiz günlerde Ukrayna muhalefet lideri Viktor Yuşçenko'nun zehirlenme girişiminin ardından, FKÖ Devlet Başkanı Yaser Arafat'ın da MOSSAD tarafından zehirlenerek öldürüldüğü şüphelerinin güçlenmesi 'zehirli suikastler'i bir kez daha gündeme taşıdı. Öte yandan Agatha Christie'nin romanlarındaki zehirler de gerçeğe uygunmuş. İspanyol farmakoloji profesörü olan Alfonso Velasco Martfin 'Polisiye romanlardaki zehirler' isimli bir kitap yazdı. Kitaba göre Agatha Christie'nin zehir uzmanlığı birinci dünya savaşı yıllarındaki hemşireliğinden geliyormuş. Sherlock Holmes, Komiser Maigret ve Hercule Poirot tiplemelerinin araştırdığı zehirlenme vakalarının kusursuz olduğunu savunan yazar, "Arsenik, kürar ve mantar zehirleri vücutta mutlaka iz bırakır. Vücutta iz bırakmayan tek bir zehir var, ama onu da ben söylemem" der.

Zehirli Suikastlerin Piri Ruslarmış!

1917'deki Ekim Devrimi'nden sonra Sovyet Rusya'nın efsanevi gizli servisi KGB, hem rejim muhaliflerini ortadan kaldırmak hem de önemli iç sorunları çözmek için zehirli suikastlere başvurdu. Stalin karşıtı liderlerden Sultan Galiyef'in yakın adamı Azeri siyasetçi Neriman Nerimanov ve Abhaz lider Lakoba zehirlenerek öldürüldü.

Rusya zehirle öldürme konusunda pek çok ülkeden daha ileride. Sadece Sovyet döneminde değil, Çarlık döneminde de sıkça zehir kullanılmış. İşte bu olaylardan biri : "Çar'ın yakınları, Çariçe'yi ve sarayı kontrolü altında tutan ve olağanüstü güçleri olduğuna inanılan Gregory Rasputin'in şarabına zehir koymuşlar. Güçlü bir yapısı olan Rasputin zehirden etkilenmeyince 1916 yılında kurşunlanarak öldürülmüş. Cesedi ise Neva nehrine atılmış."

Napolyon Zehiri Savuşturamamış

Ünlü tarihi kişiliklerin ölümleri de günümüzde artık araştırma konusu ediliyor. İskender ve Napolyon'un da ölümlerinin doğal nedenlerden olmadığı iddia ediliyor. Fransız tarihçi Rene Maury, "Napolyon'un Katilleri" isimli kitabında Napolyon'un (1769-1821) şarabına arsenik konularak zehirlenmek istendiğini öne sürer. İddialara göre Napolyon'un hemen ölmemesi, şarabın içine konulan arseniğin ani ölüme yol açacak yeterli etkiye sahip olmamasıdır. Napolyon'un özel bir kavanoz içinde saklanan saçlarına analiz yapıran FBI, arsenik izlerine rastlamış. Genç yaşta Hindistan'a kadar Doğu ülkelerini işgal eden Makedon Kralı Büyük İskender'in ölümü de 23 yüzyıl sonra bir araştırmaya konu olmuş. Eski Scotland Yard dedektifi John Grieve, İskender'in 33 yaşında iken Babil'de zehirlenerek öldürüldüğü şüphesi duymuş. Grieve, bu ölüm olayını soruşturmak için günümüzün kriminal bilimlerinden yararlanmış. Grieve araştırmanın sonunda kesin bir yargıya varamamış ve iyimser bir tahminle İskender'in vücudunun aşırı teskin edici ilaçların etkisiyle iflas ettirildiğini ileri sürmüş.

Bellini ve Mozart da Zehirli Cinayet Kurbanı

19. yüzyılın önemli bestecilerden Vincenzo Bellini de bir rivayete göre zehirlenerek öldürüldü. 1801'de Sicilya'da doğan İtalyan besteci, 1835 yılanda birdenbire hastalanarak ölmüştü. Yazar Paul Aron ''Tarihin Büyük Sırları'' adlı Aykırı Yayınları'nca yayımlanan kitapta ise ünlü besteci Mozart'ın zehirlendiğini iddia eder.

Yazar Emile Zola'nın Ölümü de Şüpheli

Meşhur yazar Emile Zola Paris'te Brüksel sokağındaki odasında 29 Eylül 1902 sabahı gazdan zehirlenerek ölür. Yapılan soruşturma baştan savmadır. Olay, talihsiz bir kaza olarak kayıtlara geçer. Zola'nın ölümünden 20 yıl sonra bir sobacı, arkadaşına ilginç bir ayrıntı aktarır. İddiaya göre sobacı, 25 Eylül 1902'de Zola'nın oturduğu binaya komşu binada çalışma yaparken, Zola'nın oturduğu evin bacasını tıkadığını, 29 Eylül sabahı ise izleri sildiğini söylemiştir. Bu ilginç gelişme, Dreyfus Davası'nda etkili bir kampanya gerçekleştirerek Yahudi karşıtı çevrelerin düşmanlığını kazanan Zola'nın bir cinayete kurban gittiği şeklinde yorumlanır. Dreyfus karşıtı bir yayın organı olarak bilinen La Libre Parole (Serbest Söz)'nin manşeti ise daha da ilginçtir: "Doğalcı bir olay, Zola dumandan boğularak öldü."

Bediüzzaman Ölümlerden Dönmüş!

 Bediüzzaman Said-i Nursî
Bediüzzaman olarak anılan Said Nursi de eserlerinde pek çok kez zehirlenerek öldürülmek istendiğini zikreder. Bir rivayete göre 18, bir başka rivayete göre ise 21 kez zehirlenen Said Nursi'nin bedeni zehirlerin etkisiyle zayıf düştü. Tarihçe-i Hayat'ta bir zehirlenme vakası "Üstadın Emirdağ'da zehirlenmesi" başlığıyla şöyle anlatılır: "Bir siyasî memurun iğfali ve imhası için yukarıdan emir aldık" demesine aldanan bir bekçibaşı, Üstadın penceresine geceleyin merdivenle çıkarak yemeğine zehir atmış; ertesi gün Üstad zehirlenerek kıvranmaya başlamıştır.

Maria Callas, Mücevherleri İçin Zehirlenmiş

Ünlü opera sanatçısı Maria Callas'ın kalp krizinden ölmediği, bir cinayete kurban gittiği söylenir. Franco Zeffircih, Callas'ın hayatını konu alan filmin hazırlık aşamasında kapsamlı bir araştırma yapmış ve ünlü opera sanatçısının piyanist arkadaşı tarafından zehirlenmiş olabileceği bilgisine ulaşmış. Buna göre 1977'de ölen Callas, son yıllarında arkadaşlık kurduğu piyanist Vaseo Devetzi tarafından öldürülmüş. Cinayet nedeni ise Callas'ın 9 milyon dolarlık mücevherleri. Bu arada 20. yüzyıl operasının efsanevi divalarından olan Yunan asıllı Amerikalı sanatçıya ait 11 mücevher geçen ay Cenevre'de yapılan bir müzayedede 1 milyon 41 bin euroya satıldı.

İmam-ı Azam: Beni Sultanın Gaspetmediği Yere Defnedin

Hanefi Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin Hicri 150 yılında zehirlenerek öldürüldüğü rivayet edilir. Ebu Hanife'nin, Halife Ebu Cafer el-Mansur'un kadılık teklifini kabul etmeyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı zikredilir. Onun hapisteyken mi, yoksa hapisten çıktıktan sonra mı öldüğü ihtilaflıdır. Ebu'l-Arab Muhammed ibnu Temimi (Ö. 333), Kitabu'l-Mihen adlı eserinde, "Bana bildirildiğine göre, Ebu Hanife, Ebu Cafer el-Mansur'un talebi üzerine yanına gitti, içeri girdi. Mansur onun için zehirli bir süt hazırlatmıştı.

Fatih Dedi: Niçin Kıydı Tabipler Bana?

 Fatih Sultan Mehmet (Sultan II. Mehmet)
Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Şehzade Cem'in kardeşi İkinci Beyazıt ile girdiği taht kavgası trajik bir şekilde sonlanır. Sürgünde yaşayan bahtsız Cem'in, İkinci Beyazıt ile anlaşan Papalık tarafından zehirletildiği sanılır. Bazı Osmanlı kaynakları ise Cem'in bir dönme tarafından zehirli usturayla traş edilmesi sonucunda öldürüldüğünü ileri sürerler. Fatih Sultan Mehmed'in ölümüyle ilgili de çeşitli iddialar ortaya atıldı. Alman tarihçi Prof. Franz Babinger'in bulduğu önemli bir Venedik vesikasına göre Venedikliler Fatih'i zehirlemek için teşebbüslerde bulunmuşlar ve bu amaçları için İtalyan yahudisi olan Dönme Yakup Paşa'yı bile kullanmışlar. Fatih'e verildiği düşünülen zehirlerden biri, kargabüken ağacının tohumlarından elde edilmiş. Babinger'in "Fatih Sultan Mehmet Zehirlendi mi Eceli ile mi Öldü?" başlıklı kitabı 1965'de AÜ Tıp Fakültesi Yayınları'ndan neşredilmiş. Fatih'in ordugahında bulunan bir ozanın yazdığı,

Türkeş'in Kalbi Saat Gibi Çalışıyordu

MHP Eski Genel Başkanı Alparslan TÜRKEŞ
Eski MHP Erzurum Milletvekili Rıza Müftüoğlu ise "Derin Sayfalarıyla Milliyetçi Hareket" adlı kitabında MHP lideri Alparslan Türkeş'in öldürüldüğünü öne sürer. Müftüoğlu, "Başbuğ'un öldürüldüğü kanaatindeyim. Mart 1997'de Almanya'da gittiği doktorun 'Kalbiniz saat gibi' dediğini bize anlatmıştı. Bu doktor da Başbuğ'un ölümünden 1 yıl sonra, kalp durmasından hayatını kaybetti. Bir gün bana CIA'da çalışan bir Türk'ten bir rapor ulaştı. Bir siyasi partinin liderine gönderilmişti. Raporda hem Başbuğ'un, hem de Özal'ın öldürüldüğü yazıyordu. Potasyum yüklemesi yapılarak, iz bırakmadan ölümler gerçekleştirilebiliyordu" diyor.

Özal'ın Ölümünde Limonata Şüphesi

8. Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL
Bazı ölümler vardır ki tarihin ve olayların akışını değiştirir. Merhum Özal'ın ölümü, iddialara göre Türkiye'nin siyasi gidişatını değiştirdi. Özal'ın ölümünden sonra Türkiye 28 Şubat'ı yaşadı. Zeynep Özal "Bir Kadın Birkaç Hayat" isimli kitabında Müge Anlı'ya babası Turgut Özal'ın ölümüyle ilgili şüpheleri de anlatır. Özal, Kaya Toperi'nin ısrarları üzerine elçilikte bir bulgar ressamın sergisine katılır ve kendisine ikram edilen açık limonatadan içer. Köşke döndüğünde keyifsizdir. Semra Hanım "Ben sana açıkta gelen bir şeyi içme demiyor muyum?" diyerek kızar. Limonata içtiğinin sabahı Özal kalp krizi geçirerek vefat eder. Semra Hanım eşinin eceliyle öldüğünden emin değildir. Özal'ın doktoru Cengiz Aslan, Amerika'daki kalp cerrahı Dr De Bakey'i arayarak bilgi ister. Bakey, ağrısız sızısız, hiçbir belirti olmadan kalp krizinden ölümün milyonda bir ihtimal olduğunu söyler. Bakey, zehirlenme ihtimalini de değerlendirir.

Peygamberimizi de Zehirlediler

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in de bir Yahudi kadın tarafından zehirlendiği rivayet edilir. Rivayetlere göre Peygamberimiz, Hayber'in fethini müteakip kendisi için hazırlanan bir ziyafette zehirlenmiş. Hasta iken "Yahudilerin hani o zehirli eti yok mu, beni bitiriyor, içimden her damarımın yırtıldığını hissediyorum" demiş. Bu arada birinci İslam Halifesi Hz. Ebubekir'in de zehirlenerek öldürüldüğünden şüphe edilmiş. Dördüncü Halife Hz. Ali zehirli bir hançerle şehit edildiği gibi, oğlu Hz. Hasan'ın da eşi Cuda b. Eş'as tarafından zehirlendiği rivayet edilir.

En Sinsi Cinayetler

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ve MHP lideri Alparslan Türkeş'in kalp krizine neden olan bir zehirle öldürüldükleri iddiaları ortalığı karıştırdı. Daha önce de Genelkurmay eski Başkanı Org. Doğan Güreş'in PKK sempatizanı askerler tarafından kahvesine zehir konularak öldürülmek istendiği ortaya çıkmıştı. Geçtiğimiz günlerde ise Endonezya Başkan Yardımcısı Yusuf Kalla'nın çorbasına konan arsenikle zehirlendiği öğrenildi. Benzer iddialar Atatürk için de ortaya atıldı. Atatürk'e otopsi yapılmasına gerek olmadığı şeklindeki heyet raporuna rağmen bu konuda iddialar hep oldu.

17 Şubat 2012 Cuma

Tohtak Yaylası, Dörtyol, Hatay

 Tohtak Yaylası, Dörtyol, Hatay
Mığır Tepesinin (Amanos Dağlarının Zirvesi) Tohtak Yaylasından Görünümü

Esenbek Yaylası, Akarca Köyü, İskenderun, Hatay

 Esenbek Yaylası, Akarca Köyü, İskenderun, Hatay

Fotoğraf  http://www.facebook.com/groups/7655676285/photos/ sayfasından alınmıştır.

16 Şubat 2012 Perşembe

Haymaçınar Yaylası, İskenderun, Hatay

Haymaçınar Yaylası, İskenderun, Hatay

Dahar Yaylası, İskenderun, Hatay

Dahar Yaylası, İskenderun, Hatay

Çardak Yaylası, Hassa, Hatay

Çardak Yaylası, Hassa, Hatay

Kaledibi Yaylası, İskenderun, Hatay

Kaledibi Yaylası, İskenderun, Hatay

Bekbele Yaylası, İskenderun, Hatay

Bekbele Yaylası, İskenderun, Hatay

Kocadüz Yaylası, Erzin, Hatay

Kocadüz Yaylası, Erzin, Hatay

Üçkoz Yaylası Yaylası, Erzin, Hatay

Üçkoz Yaylası Yaylası, Erzin, Hatay

Ispatan Yaylası, İskenderun, Hatay

Ispatan Yaylası, İskenderun, Hatay

Demircikdibi Yaylası, İskenderun, Hatay

 Demircikdibi Yaylası, İskenderun, Hatay

Atık Yaylası, Belen, Hatay

Ulaşım: Köyün yolu Antakya - İskenderun yolunun 27. kilometresinden ayrılır. 
Özellikleri: Bugün ilçe olan Belen yaylası yüzyıllardır yayla olarak kullanılmaktadır. İskenderun, Kırıkhan halkının rağbet ettiği meşhur Atık suyunun kaynağının bulunduğu Atık yaylası, Belen ilçesinin bir mahallesi durumundadır. Çam, çınar ve meyve bahçeleri içerisinde bulunan yaylada kır kahveleri, bakkallar hizmet vermektedir. Yerleşim alanlarına ve denize yakınlığı nedeni ile daha çok ilgi görmektedir. 
Konaklama - Yeme - İçme: Yaylada, konaklama tesisleri, günübirlik yeme - içme üniteleri mevcuttur.

Değirmendere Yaylası, İskenderun, Hatay

 Değirmendere Yaylası, İskenderun, Hatay
İskenderun-Değirmendere yaylası, Sarıseki ve Denizciler kasabalarından E-5 karayolu üzerinden,Akarca yol ayrımından yaklaşık 20 km uzaklıkta eski bir yerleşim yeridir.

Halkın yalnızca yaz aylarında yerleştiği bir yer olan Değirmendere yaylası tabiatıyla muhteşem bir yerdir. Pak çok endemik ot , çiçek ve ağacın bulunduğu yayla, yazın yöre insanına ,sıcak ve nemden uzak güzel bir tatil ve dinlenme imkânı sağlar.
Yolunuz İskenderun'a düşerse yaylaları mutlaka gezin.

Delibekirli Köyü ve Çataloluk Yaylası, Kırıkhan, Hatay

Ulaşım: Kırıkhan ilçesinden 3 kilometresi asfalt, 3'ü stabilize olan yolla Delibekirli Köyüne ulaşılır. Çatatoluk yaylası Köye 7 km uzaklıktadır.
Özellikleri: Delibekirli Köyü, Akdeniz Bölgesinin her türlü meyve ve sebzenin yetiştiği bahçeler ve bağlar arasında kurulmuş şirin bir yayla köyüdür. Delibekirli Köyü'nden 7 km. stabilize yolla ulaşılan Çataloluk Yaylası, tamamen bakir durumdadır. Asırlık (anıt) çınar ağaçlarının çevrelediği yayladan Kırıkhan ilçesinin içme suyu (Üngüzlü mevkiinden) temin edilmektedir. Gezilmeye ve görülmeye değer bir yöredir.
Konaklama - Yeme - İçme: Delibekirli köyünde günübirlik yeme - içme üniteleri, kır lokanta ve kahveleri hizmet vermektedir.

Topraktaş Yaylası, Dörtyol, Hatay

 Topraktaş Yaylası, Dörtyol, Hatay
 Ulaşım: Hatay'dan 18 km.lik stabilize yolla ulaşılır.
Özellikleri: Orman ile iç içe olan Topaktaş yaylası tamamen çam, ardıç ve maki türü ağaçlarla kaplıdır. Yörenin ahşap yayla mimarisine ve yer yer betonarme evlere rastlanan yaylaya, Dörtyol halkı yaz aylarında yoğun olarak gitmektedir.
Konaklama - Yeme - İçme: Yayla evleri yöre halkı tarafından kullanılmaktadır. Kamp kurmak isteyenler çadır ve temel ihtiyaç malzemelerini beraberinde getirmelidir.

Nergizlik Yaylası, İskenderun, Hatay

 Nergizlik Yaylası, İskenderun, Hatay
Ulaşım: İskenderun'dan 14 km. asfalt yolla ulaşılır. Güzelyayla'ya 4 km uzaklığındadır.
Özellikleri: Kısmen altyapı sorunu çözümlenmiş bir yayla köyüdür. Basit köy evlerinin otantik yapısı yanında, ikinci konut yayla evlerinin de yapıldığı yaylada her türlü sebze ve meyve yetişmektedir.
Konaklama-Yeme-İçme: Önceden rezervasyon yaptırılarak yayla evleri kiralanabilir.

14 Şubat 2012 Salı

HATAY'DAKİ TÜRBELER

             HATAY ANA SAYFA

HATAY'DAKİ KALELER

HATAY'DAKİ MÜZELER

Hızır Türbesi ve Musa Ağacı, Samandağ, Hatay

 Hızır Türbesi ve Musa Ağacı, Samandağ, Hatay
Antakya’da ve Samandağ ilçesinde pek çok yerde Hızır (a.s) adına yapılmış türbe ve ziyaretler vardır. Ancak bunların en ünlüsü Samandağ sahilinde, Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın buluştuğu yer olarak kabul edilen kayanın üzerinde kurulan Hızır (a.s) ziyaretidir. Samandağ ilçesi Hıdırbey Köyünde koruma altına alınmış ulu bir çınar ağacı vardır. 800-1000 yaşlarında olduğu tahmin edilen, ancak halk arasında 2000-3000 yaşları arasında olduğuna inanılan bir ağaçtır. Gövdesinin çevresi 35 metredir. Bu ağacın Hz. Musa’nın asasının ab-ı hayat (ölümsüzlük suyu) sayesinde filizlenip kök salması sayesinde meydana geldiğine dair efsaneler anlatılmaktadır.

HATAYDAKİ YAYLALAR

13 Şubat 2012 Pazartesi

Bu Hastalık Mouse Tutan Elleri Seviyor

Ellerinizde ve bileklerinizde ağrı, hissizlik ya da uyuşukluk var mı? Bu yakınmalarınız özellikle geceleri sizi uyandıracak kadar şiddetleniyor mu? Eğer yanıtınız ‘evet’ ise dikkatli olun, sizde genellikle klavye ve mouse’u sık kullanan kişilerde sık görülen ve tedavi edilmezse günlük hayatı oldukça kısıtlayan ‘karpal tünel’ sendromu olabilir.”

12 Şubat 2012 Pazar

ÇANAKKALE

ÇANAKKALE'DEKİ ANITLAR

ÇANAKKALE'DEKİ ŞEHİDLİKLER

ÇANAKKALE'DEKİ MEZARLAR

ÇANAKKALE'DEKİ ÇEŞMELER

ÇANAKKALE'DEKİ KÖPRÜLER

ÇANAKKALE'DEKİ KALELER

ÇANAKKALE'DEKİ HAMAMLAR

ÇANAKKALE TÜRKÜLERİ

ÇANAKKALELİ MEŞHUR KİŞİLER

Devletin İki Kanadı

Orhan Gâzî, Geyikli Baba nâmıyla bilinen zâtın, Bursa'nın fethinde gösterdiği hizmetlerin den dolayı çok memnun olmuştur. 
Bu sebeple bir gün ziyaretine gelerek, minnettarlığını şöyle ifade eder:

-Efendi Hazretleri, askerlerimizin arasında cihâda katılmakla bizi büyük bir zafere kavuşturdunuz.
Gâzilerimiz ve biz, bu sebeple size minnettarız. 
Bu minnettarlığın bir ifadesi olarak da size İnegöl ve civarındaki yeşil yaylayı hediye etmek istiyoruz.
Lütfen kabul buyurun ve şu andan itibaren üzerinize tapulu mülkünüz bilin.

Geyikli Baba müteşekkir ve mütebessim... Şu karşılığı verir:
-İhsânınıza teşekkür ederim. Lâyık olmadığımız şeyleri teklif buyurmaktasınız. 
Halbuki, bizler savaşan askerlerimizin arasına girerken, sadece i‘lâyı kelimetullahı asıl maksat yapmıştık. 
Bunun dışında en küçük bir maksat, zihnimize hulûl etmemişti. 
Şayet bu niyetimizde muvaffak olmuşsak ecrini almış, karşılığına kavuşmuşuz demektir. 
Başka bir mükâfata hakkımız yoktur. 
Eğer bu niyetimizde muvaffak olamamışsak, zâten ihsânınıza da lâyık değiliz demektir. 
Bununla beraber bize münâsip gördüğünüz yeşil yaylayı, tebaanızın göçebe olarak yaşamaya devam eden erenlerine ihsân ederseniz, bize vermiş gibi olursunuz.

Allah dostu, mâneviyat eri Geyikli Baba'nın bu kanaat ve ihlâsı, Orhan Gâzî'nin iyice hayranlığını celp eder. 
Artık Geyikli Baba'dan duâ almaya, nasîhat dinlemeye yönelir. 
Nitekim bir ziyaretinde, gittikçe genişleyen devletin yıkılmaması için duâ etmesi isteği gelir aklına ve dileğini şöyle ifade eder:

-Efendi Hazretleri, devletimiz her geçen gün genişlemekte, fetihlere muvaffak olup ilerlemektedir. Duânızı talep ediyorum; fetih durmasın, zafer dinmesin!

Geyikli Baba'nın cevabı şöyle olur:

- Her devletin madde ve mânâ olmak üzere iki kanadı vardır. 
Bu iki kanat sağlam olursa fetih durmaz, zafer dinmez. 
Yoksa kanadın biri kırılmışsa fetih şöyle dursun, boşlukta duramaz, kanadı kırık kuş gibi düşmekten kurtulamazsınız.

Devlet ve Din Uğrunda Ölmeye Geldiler

1853 senesinde Rus ordusu, Tuna kıyısındaki Silistre kalesini kuşatmıştı. Buraya yardım için memleketin her tarafından akın akın gönüllü geliyordu. Bunlar arasında Aydın’ın tanınmış efelerinden 100 kişi ile Isparta eşrafından birçokları vardı. Gelenlerden en çok dikkat çeken biri de 7 yaşında, mükemmel silahlanmış bir çocuktu. Kale kumandanı bu çocuğa hayretle bakarak:

-Bu kimdir? diye sordu.

Babası selam vererek öne çıktı ve:

-Oğlumdur efendim. Moskofa karşı harp açıldığını duyunca bir türlü yanımdan ayrılmadı. Din ve devlet uğrunda ölmeye geldi. Bu sahne bütün askerlerin gözlerini yaşarttı. Kumandan çocuğu okşadı.

Harp başladıktan sonra bu Anadolu çocuğu babasının yanından ayrılmadı ve onunla beraber savaştı. Hatta bir hücumda babası esir düşerken onu kurtarmağa muvafak oldu.

Devlet Adamı İkiyüzlü Olmaz!

Yusuf Kamil Paşa ve davetliler önceden bildirilen mükellef yemekleri iştahla yedikten sonra, meyve faslına geçilir. Masaya buzlu çilekler gelir. İlk olarak uzanan Yusuf Kamil Paşa, çatalını sapladığı iri bir çileği ağzına götürürken kazara masadaki tuzluğun içine düşürür. Ama ziyan olmasın diye tuza bulaşmış çileği alıp yer. Berbat bir tat verdiği halde bozuntuya vermez ve masada bulunanlara:

- Arkadaşlar, tuzlu çilek hiç de fena olmuyormuş, isteyen deneyebilir, diye tavsiyede bulunur. Bunun üzerine birkaç kişi dener. Bunlar:

- Paşam gerçekten nefis oluyor...

- Bundan sonra çileği hep tuzlu yemek isterim.

Denize Düşen Yılana Sarılır!

Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın isyanı büyüyünce Sultan II. Mahmud çaresiz kaldı. 
Hatta Mehmed Ali Paşa ordusu Kütahya yakınlarına kadar ilerledi. 
II. Mahmud Han, İngiliz ve Fransızlardan yardım istedi ise de onlar bunu “Baba-oğul arasındaki mesele” addederek yardım etmediler.

Başka yapacak şeyi kalmayan Sultan II. Mahmud bu sefer Ruslardan yardım istedi. 
Öteden beri Anadolu’da gözü olan Rus Çarı, bu isteği memnuniyetle kabul etti.
Ruslardan yardım istenmesine tepki gösteren vezirlere, Sultan Mahmud:
- Ne yapalım, denize düşen, yılana sarılır, diye cevap verdi.

Derya Üzre Cami

Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, bir gün zamanın padişahı III. Murad Han’ın huzuruna çıkarak, kendi adına bir cami yaptırmak için müsaadelerini istedi. Fakat şair ruhlu ve aynı zamanda nüktedan olan padişah:

- Sen ki deryaların serdarısın. Muktedir isen camiini derya üzre inşa et! Sana karada bir karış yer yoktur,diye ferman buyurdu.

Kılıç Ali Paşa bu fermanı gayet soğukkanlı karşıladı ve:

-Hünkarımız doğru derler. Bizim evimiz de, mekanımız da deryalar dır. O halde mabedimizin de derya üzre inşası münasibdir, deyip müsaade isteyerek huzurdan çıktı. Fakat deniz üzerine cami nasıl yapılacaktı? Hemen o devrin en büyük mimarı Koca Sinan’ın yanına vardı ve durumu ona anlatarak, bu eseri de kendisinin inşa etmesini istedi ve bunun için de, Tophane açıklarında bu inşaatın yapılabileceğini söyledi.

Mimar Sinan’ın, inşaat yerini görüp beğenmesiyle hemen harekete geçildi. Kılıç Ali Paşa, kadırgalarla Anadolu sahillerinden iri kayaları taşıtarak Tophane açıklarında denizi doldurtmaya başladı. Böylece birkaç gün içinde burada küçük bir ada meydana geldi. Burada sahile kadar da ahşap bir köprü inşa edildi. Sonra da Mimar Sinan inşaata başladı. Eserini tamamlayınca o yüce mimar:
-Deryalar kudursa ve azgın dalgalar kubbenin tepesinden aşsa, yine bu mabed kıyamete kadar kalacaktır, dedi.

Sonraki asırlarda, sahil ile caminin bulunduğu ada arası doldurularak cami denizden içeride kalmıştır.

Değirmen Taşı

19. yy. âlim ve şairlerinden Gaziantepli Hasırcızade Mehmet Ağa, devrinin en nüktedan kişilerinden biriymiş. 
Dönemin devlet adamlarından Fuat Paşa ile de tanışıklığı olan Hasırcızade Mehmet, Paşayla görüştüğü bir gün, gözü onun parmağındaki yüzüğe takılmış. 
Fuat paşa sormuş:
- Taşına mı bakıyorsunuz?
- Evet Paşam.
- Elmastır.
- Ne faydası var, yani ne getirir?
- Yüzük taşı ne getirecek Mehmet Ağa?
- Benim de babadan kalma iki taşım var, senede yüz altın getirirler.
- Yaa, ne taşı bunlar?
- Değirmen taşı paşam.

ÇANAKKALE'NİN İLÇELERİ

ÇANAKKALE İLÇELER HARİTASI

ÇANAKKALE YEMEKLERİ

10 Şubat 2012 Cuma

Değil Bir Yabancı İçin

Sultan Abdülaziz devri devlet adamlarından İbrahim Edhem Paşa, Fransa’da talebe iken mektep birincisi olmuştu. Bunun için İmparator III. Napolyon tarafından şerefine düzenlenen yemeğe davet edildi.

İmparator, İbrahim Edhem’i birkaç sözle tebrik etti. Edhem de Fransızca olarak gayet güzel bir konuşma yaptı. Fakat bir kelimede hata ettiğini anlayınca:

-Ben bir Fransız olmadığımdan, yaptığım kelime hatasından dolayı affımı istirham ederim, dedi.

III. Napolyon ayağa kalkarak:

-Ben böyle bir hatayı, değil bir yabancı için, bir Fransız için bile affederim, cevabını verdi.

Darı Ekmek

Padişahlardan biri maiyetiyle birlikte bir gezintiye çıkmıştı. Yolu üzerindeki bir köyde çok yaşlı bir adamın tarlasına fidan dikmekle meşgul olduğunu gördü. İhtiyara uzaktan seslendi:

- Baba, sen ne diye fidan dikmeye uğraşıyorsun? Maşallah yaşını yaşamışsın, bu diktiğin fidanların meyvesinden herhalde yiyemezsin.

İhtiyar cevap verdi:

- Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat. Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yedikse, bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yer.

Bu cevap hükümdarın hoşuna gitti ve ihtiyara bir kese altın verilmesini emretti. İhtiyar bu ihsanı karşılıksız bırakmadı:

- Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz fidanlar şimdiden meyve verdi.

Bu cevap da hükümdarın hoşuna gitti, bir kese daha altın verilmesini emretti. Yaşlı köylü sıradan biri değildi. Çarıklı erkânı harp diye nitelenen kişilerden biriydi:

- Evlat herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir, bizim diktiğimiz fidan yılda iki defa meyva verdi. Bu diplomatça cevap da hükümdarın hoşuna gitti ve bir kese daha altın verilmesini emretti. Ama bu defa vezir araya girdi ve hükümdarı uyardı:

-Aman sultanım bir an önce buradan uzaklaşalım. Bu ihtiyar bu gidişle tarlasına fidan dikmek yerine, devletin hazinesine darı ekecek.

Çapanoğlu Gibi Arkan Var

Sultan II. Mahmud devrinde hakimiyetlerine son verilen Anadolu’nun meşhur derebeyi sülalelerinden biri de Yozgat’taki Çapanoğullarıydı. Bunlardan Çapanoğlu Süleyman Bey, diğer derebeylerin aksine merhametli ve zayıfları koruyan bir beydi.

Bir gün, zayıflıktan iskeleti çıkmış bir eşek, Çapanoğlu konağının önünde mecalsiz bir halde dolaşırken, açlıktan konak kapısının ipini kemirmeğe başlar. İp sallanınca ucundaki çıngırak da çalar. Kapıda biri var zannederek kapıyı açan uşaklar, eşeğin bu haline acır ve bunda bir iş var diyerek Çapanoğlu’na haber verirler. Hayvancağızı gören Süleyman Bey, eşeğin sahibini buldurur ve adama okkalı bir sopa attırdıktan sonra:

-Bu hayvana günde beş okka arpa yedirip tımarını yapacaksın ve her hafta bana getirip göstereceksin, der.

Bu esaslı bakım sonunda hayvan çok semirir ve avazı çıkıtığı kadar anırır. Eşek anırdıkça sahibi de mahzun mahzun şöyle der:

-Anır eşeğim anır, Çapanoğlu gibi arkan var.

Çal Çoban Çal

Yıldırım Bayezid Han’ın en sevdiği oğlu Ertuğrul, Sivas’da vali olarak bulunuyordu.

Timur Han bütün İran’ı ele geçirip bir kasırga gibi Doğu Anadolu’ya girdi. Osmanlı Devletinin o zamanki en uzak noktası Sivas idi.

Timur, hızla Sivas’ı kuşattı ve teslim olmasını istedi. Fakat şehrin kumandanı olan Ertuğrul bunu reddedince şiddetli bir kuşatma başladı. İçeriden elde ettiği adamları, şehrin kapılarını gizlice Timur askerine açınca, Sivas Timur’un eline geçti. Ertuğrul ise bir avuç askeriyle çarpışa çarpışa şehid oldu.

Ciğer Paresi Ciğer Yaresi

Osmanlı’nın son devir edebiyatçılarından olan, fakat derbeder ve serseri bir hayat sürdüğü için şiirlerini yayınlatamayan, bu yüzden de edebiyat sahasında pek tanınmayan Adana’lı Ziya Bey, Afyon Evkaf Müdürü iken, bir gün İstanbul’a geldi ve Sirkeci’de, cebi ve midesi boş bir şekilde dolaşmaya başladı. Açlık canına tak etmiş olacak ki, aç karnına düşünmektense, yok karnına başına geleceklere katlanmaya hazır olarak bir ciğer kebapçısına girdi. Kendisine esaslı bir ciğer ziyafeti çektikten sonra kebapçıya seslendi:

-Bak usta, cebimde tek kuruş yok. Bu durumda herhalde döveceksin beni. Hadi elini çabuk tut, hesabımı gör de gideyim.

-Yağma yok, dedi kebapçı, seni dövmekten ne kazancım olacak. Ama mutafağa geç, üç gün boyunca bulaşıkları yıka da ödeşelim.

9 Şubat 2012 Perşembe

AKSARAY

AKSARAY'DAKİ KİLİSELER

Cesedi de Gregoryenlerin Olsun

Keçecizade Fuata Paşa 'nın sadrazamlığı zamanında ölen zengin bir Ermeni'nin Katolikler Katolik, Gregoryenler Gregoryen olduğunu iddia etti. Bu ihtilaf, kavgya kadar vardı. Her iki taraf sadrazama müracaatla mezhep noktasından hasıl olan ihtilafın hallini istediler.

Fuat Paşa Katoliklere sordu:

- Ölenin Katolik olarak öldüğüne tamamen emin misiniz?

Katoliklerden:

-Tamamıyla eminiz, cevabını alınca:

-Demek ki ruhuna siz sahip bulunuyorsunuz, değil mi?

Katolikler:

-Evet efendim, dediler.

-O halde insaf edin, cesedi de Gregoryenlerin olsun, dedi.
Bu kestirme cevap üzerine Katolikler bir şey diyemedi. Ölü, Gregoryenler tarfından gömüldü.

Casus Herşeyi Görsün

Viyana seferine çıkan Osmanlı ordusu, Budapeşte önlerine gelmiş, şehri kuşatmıştı. O gün, civarda dolaşan bir yaancı yakalandı ve doğruca Veziriazam İbrahim Paşa’nın huzuruna çıkarıldı. İbrahim Paşa adama Hırvatça sordu:

-Sen kimsin?

-Kralım Ferdinand’ın subayıyım efendimiz.

-Demek casusluk niyetiyle geldin. Ne öğrenmek istersin?

-Vazifem, ordunuz hakkında bilgi toplamaktı.

Yakalanan casus, en azından hapsedilir. Ama İbrahim Paşa gülerek:

-Var istediğin bilgiyi topla, dedi ve emir subayına dönüp, casusa istediği her şeyin gösterilmesini emretti.

Alman subayı böylece âdeta misafir muamelesi gördü. Osmanlı ordugahını baştan başa dolaştı, askeri birlikleri inceledi. Sonra tekrar huzura çıkarıldı.

İbrahim Paşa onu salıverirken:
-Haydi git, dedi, gördüklerini kralına anlat!... anlat ki, karşısındaki ordunun yenilmez olduğunu anlasın ve bu savaştan vazgeçsin.

Can Çekişme

Büyük vatan şairi Namık Kemal, yazı ve konuşmalarında, İmparatorluğun sürekli gerileyen, zayıflayan durumunu anlatabilmek için sık sık "imparatorluk can çekişiyor" ifadesini kullanıyormuş.
Bu ifade üzerine bazıları kendisine sataşmışlar:

Cami ve Kilise

Hazreti Fatih İstanbul'u fethettikten sonra, Avrupada fütuhata devam ediyordu.
Bir seferinde Sırbistan hududuna gelmiş ve Sırbistan'ın fethi artık an meselesi idi.
Sırp Kralı Brankoviç bir yanda Macaristan bir yanda da Türkler olduğu için arada zor durumda kalmıştı. Her iki büyük devletten birine sığınmak, ondan yardım istemek düşüncesiyle, her iki tarafa da elçiler gönderdi.
"Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz?" diye fikirlerini öğrenmek istedi.

Sırplar ortodoks mezhebine mensup olduklarından, katolik Macar Kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı:

Sultan II. Abdülhamid'in Senedi

Dahiliye Nâzırı Ahmet Reşit Bey anlatır:

1902 yılı Ramazan ayının 15. günü Hırka-i Saadet'i ziyaretten dönen II. Abdülhamid Hân, Hazine-i Hümâyûn'da bulunan Sultan III. Mehmet'e ait murassâ sorgucu ister. Sorguç, bir heyet tarafından yerinden alınır ve Bağdat Köşkü'nde padişaha takdim olunur. Hasan Şevkı Bey, huzurdan çıkınca, Başmâbeynci Hacı Ali Paşa'ya dert yanar:

- Efendimizin ulu ecdâdı, Hazine-i Hümâyûnlarına birçok şey koymuşlar, vermişler, fakat buradan bir habbe bile çıkarmamışlar ve alamamışlardır. Eğer şevketmeâb efendimiz bu sorgucu götüreceklerse, doğrusu bu âcizi çok mahzun edecekler.

II. Abdülhamid Hân, kızı Ayşe Sultan'a yaptıracağı taca örnek tutmak için istemiştir sorgucu. İtiraz kendisine arz edildiğinde, bunu geçici olarak aldığını, bayramın birinci günü iade edeceğini belirtir ve Hasan Şevkı Bey'e teslim edilmek üzere, bir de senet imzalayarak verir. Ve bayram gelir çatar. Yıldız Sarayı'nda yapılan bayramlaşma töreninden sonra, Hasan Şevkı Bey, söz konusu senedi Başmâbeyncinin eline tutuşturur ve "iâdenin temin buyurulmasını" ister. II. Abdülhamid Hân da senedini geri alıp sorgucu verirken şöyle der:

-Hasan Şevkı Bey'e selâm-ı şâhânemi söyle ve kendisinin vazifeşinaslığından memnun olduğumu da tebliğ et. Şu yüz altını da ver, bayram harçlığı yapsın.

8 Şubat 2012 Çarşamba

AKSARAY'DAKİ TÜRBELER

AKSARAY'DAKİ HANLAR

AKSARAY'DAKİ KÖPRÜLER

Yaprakhisar Köprüsü, Aksaray

Ihlara Vadisi girişinde Yaprakhisar köyündedir. Üç gözlü ve kemerli olarak kesme taştan yapılmıştır. Melendiz Çayı üzerine kurulu köprünün kitabesi yoktur. halen köylüler ve turistlerce kullanılmaktadır.

Karasu Köprüsü, Aksaray

E -90 karayolunun Konya makası girişinde Saray tuz fabrikası yanındadır. İki gözlüdür. Kesme taştan yapılmıştır. Kitabesi yoktur. Mimari özellikleri bu köprünün bir Osmanlı eseri olduğunu göstermektedir.

7 Şubat 2012 Salı

AKSARAY'DAKİ ANTİK YERLER

Türk Tarihi ve Teknolojileri Müzesi, Aksaray

Hayırsever İşadamı Adem Girgin Anadolu Turizm Otelcilik Okulunda Oluşturulacak Müze İçin Yapılacak Harcamanın Yüzde 50 sini Karşılayacak…

Aksaray’da “Türk Eğitim Tarihi ve Teknoloji Müzesi” kurulması yönünde çalışma başlatıldı. Aksaray’da Anadolu Turizm Otelcilik okulunun kullanılmayan 5 sınıfı “Türk Eğitim Tarihi ve Teknoloji Müzesi”ne dönüştürülmesi için çalışmalar devam ederken, kurulacak müze için Aksaraylı hayırsever işadamı Adem Girgin yapılacak harcamaların yüzde 50’sini karşılama kararı aldı.

AKSARAY'DAKİ MÜZELER

AKSARAY'DAKİ YERALTI ŞEHİRLERİ

Gelin - Kaynana Kavgaları

Gelin kaynana kavgasının 4 bin yıllık geçmişi var

Gelin-kaynana ilişkisinin mani, atasözü ve deyimlerde genişçe yer aldığını belirten Yrd. Doç. Dr. İspirli, "İki ezeli rakip olan gelin-kaynana arasındaki anlaşmazlığın 4 bin yıllık geçmişi var" dedi

Binlerce yıldan beri süregelen gelin-kaynana çekişmesi, halk kültürü eserleri mani, deyim ve atasözlerinde genişçe yer almış. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Serhan Alkan İspirli, gelin-kaynana arasındaki anlaşmazlığın 4 bin yıllık bir geçmişi olduğunun belgelerle ispatlandığını hatırlatıyor. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan çivi yazılı bir tablette, genç bir kadının kendisinden binlerce kilometre uzaktaki kocasına "Gel beni bu annenden kurtar, yoksa öleceğim" diye seslendiğinin belgelenmiş olduğunu kaydeden İspirli, yaptığı araştırmada maniler, atasözler, deyimlerde kaynana-damat çekişmesinden daha çok gelin-kaynana çekişmesine rastlandığını belirtiyor.

Kaynanın oğlu cici kendisi öcü